23 yaşında keşiş olup 1223 yılında gerçek ustasını bulmak için Çin'e giden Dogen, Zen hocası Ju-ching'den ders alır. Eğitimi tamamlanınca Zen ibadetini Japon toplumu içinde yaymaya çalışır ama geleneklerine bağlı Japonlar için bu yeni Budizm anlayışını kabul etmek kolay olmaz ve az sayıda takipçisi ile zor günler yaşar.

Sembene'nin Xala adlı filmi , Afrika sinemasının kendine özgü kültürel motiflerinden izler taşıyan bir yapımdır. Senegal'in Fransa’dan bağımsızlığını resmen kazansa da, daha sonraki yıllarda içinde bulunduğu durum/şartlar gerçek bir ilerleme olmadığının işareti sayılmakta ve yönetmen de bu konuya dikkat çekmektedir. Dolayısıyla Sembene’nin sinemasında "sömürge sonrası" öfkeyi bilmek gerekir. Sömürge sonrası, günümüzde film eleştirisinde yaygın olarak kullanılan, geçmişte Avrupa ülkelerinin ya da ABD’nin sömürgeleri olan ancak bugün bağımsızlıklarını Afrika, Asya, Güney ve Orta Amerika ülkelerindeki durumu anlatan belirsiz bir kavramdır. Ülkeler “bağımsızlıklarını” resmen kazansalar da sömürgeci egemenliğin üstü kapalı bir biçimde sürdüğünü kabul etmek için yeterince neden olduğu ortadadır. Sivri bir taşlama niteliğindeki Xala’da, Senegal’in 1960 yılında Fransa’dan bağımsızlığını resmen açıklasa da, Fransızların hala ülke içindeki en önemli politik güç olduklarını göstermek için Hacı Aboucader Beye’nin yükselişinin ve çöküşünün hikâyesi kurulmaktadır.

Asma Nadia’nın “Selamünaleyküm Pekin” adlı romanından.Düğününe az kalan Esma, nişanlısının onu aldattığını öğrenir. Bunun üzerine Pekin’den arkadaşı sayesinde iş teklifi alan Esma, Pekin’e gider. Gezi rehberi olan Zhong Wen ile tanışır. Birbirlerinden hoşlanmaya başlayan bu ikiliyi neler bekliyordur?

Memphis'li bir ?kadın satıcısı' olan Djay'in, orta yaş krizi yaşamaktadır ve bu dönemde kendine yeni bir uğraş bulur. Djay, çevresindeki insanların da yardımıyla bir hip-hop şarkıcısı olmaya çalışacaktır. Bu iş belki de onun için son bir şanstır, zira 40 yaşına gelmiştir ve yapabileceği başka bir iş de yoktur.

Dünyaca tanınmış Ermeni asıllı Amerikalı yazar Willam Saroyan´ın memleketi Bitlis´e yolculuğunun onda bıraktığı derin etkinin izlerinden giderek, bugün bize o yolculuğu yaşatıyor Lusin Dink. Saroyan, ailesinin zorunlu göç sebebiyle Kaliforniya´nın Fresno kasabasında doğdu. Memleketi Bitlis´i daha önce hiç görmemişti, ama neredeyse tüm kısa hikâyelerinde ve oyunlarında Bitlis bir şekilde yer aldı. 1964 baharında Amerika´dan kalkıp önce uçakla İstanbul´a, sonrasında Ankara-Trabzon üzerinden karayoluyla günler süren uzun bir yolculuk sonunda Bitlis´e vardı. Filmde Saroyan yer yer metinleri ve kendi sesiyle bize eşlik ederken, yer yer gölgesiyle bu yolculuğa katılıyor.

Hayatını annesiyle beraber geçiren Maria, dikta karşıtı bir militandır. Genç kadın bir yandan fakir öğrencilere okuma yazma öğretirken, bir yandan da askeri yönetime karşı yasadışı eylemler yürüten bir örgütte faaliyetlerde bulunur.Felix adlı geçmişine dair hiçkimsenin hiçbirşey bilmediği ve Maria'nın evinde kiracı olarak kalan bir genç, bu gizemli kadına karşı büyük bir aşk beslemektedir.

Teknik heyetle ters düşen boks hocasının bir köye sürülmesi ile başlayan macera geliyor karşımıza. Orada gördüğü agresif genç bir kızı spora teşvik ediyor. Böylelikle İndia'nın 6 yıl boyunca üst üste bayanlar takımında boks şampiyonu olmasına sebep oluyor.

Yaratıcılıkta sınır tanımayan çizgi roman sanatçısı Sophie, tatlı ve kaygısız bir kızdır.Sophie iki yıldır birlikte olduğu yakışıklı cerrah erkek arkadaşı Jeff'le mükemmel bir çifttir.Jeff'in evlilik teklifinden sonra ailesi ve arkadaşlarının gözünde Sophie, dünyanın en mutlu insanıdır. Fakat Jeff'in ünlü bir film yıldızı olan Joanna ile tanışmasıyla işler karışacaktır.

1930'lar New England: William ve Katherine beş çocuğuyla korunaklı bir çiftlik evinde dindar birer hıristiyan olarak hayatlarını sürdürmektedirler. Kötü korkular dışında yakında bekleyen doğaüstü pusular olduğunu öğrendiklerinde değişim başlayacaktır.

Halepçe’den 1980-87 yıllarındaki İran-Irak savaşı sırasında Saddam Hüseyin dikatatörlüğünden kaçarak İran’a sığınan ve yasal olmayan yollarla dağlardan topraklarına dönmeye çalışan Kürt mültecileri konu alıyor. Bir öğretmenin tahtasıyla gezerek çocuklara ders vermeye çalışması Kürt trajedisini gözler önüne seriyor. Bölgede yakın zamanda yaşanmış savaşların yarattığı yıkım ise, her sahnede kendini belli ediyor. Öğretmenlerin sırtlarında taşıdıkları kara tahtaların tek işlevi, öğrenciler ders verilirken ortaya çıkmıyor. Bu kara tahtalar, aynı zamanda birer kalkan ve sığınak görevi de üstleniyor zorlu coğrafyada.

Film horoz dövüşü yapılan bir yerde başlar. Daha filmin başından, Kako'nun ağzından filmin ilerleyeceği ana temanın ipucları verilir. İlerleyen sahnelerde sık sık başvurulan bu yöntemle bölge insanının yerel hayatı tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilirken, teknoloji ve bazen harmanlanamamış / hazmedilememiş bilginin de tezahürünü bizlere gösterilir. Mamo ise bölgede tanınan meşhur bir bestecidir. İran ile Irak arasındaki sorunlar sebebiyle yanlarına bir türlü gidemediği halkına sonunda Amerika'nın Saddam Hüseyin'i devirmesiyle kavuşabilecek ve oğullarım dediği diğer müzisyenlerle beraber bir konser verecektir. Mamo'nun sonunda vize alabilmiş olduğunu duyan Kako bir servis otobüsünü hemen ayarlar. Ve yol üstünde Mamo'nun oğullarını da alarak -kimisini zar zor ikna ederek- Mamo ile buluşmak için yola koyulur.

İran sinemasının büyük ismi Mohsen Makhmalbaf, “Nun va Goldoon” adlı filminde yıllar önce ünlü yönetmenden kendisini bir filminde oynatacağına dair söz alan bir polis memurunun hikayesini anlatıyor. Yönetmenin evine kadar gelen ve ona verdiği sözü hatırlatan polisin davranışı karşısında duygulanan Makhmalbaf filmi çekmeye karar verir. Filmin konusu da aslında filmin çekilme sebebinin kendisi yani onu bu sözü vermeye iten olaylar dizisi olacaktır